Bir Beşiktaş taraftarı olarak Galatasaray’ın 2000’li
yıllardaki kadrosunu ve oynadığı futbolu dikkatle takip edenlerdenim. O
yıllarda özellikle UEFA kupasını aldıkları dönemde nam olarak bugüne kıyasla
mütevazı bir takıma sahip Galatasaray’ın o zamanki uluslararası başarısı pek
çok yönetim felsefesinin uygulanmış haliydi bana göre. Şampiyonlar ligine
giriş, oradaki puan kayıpları, daha sonra UEFA’da yoluna devam ediş ve gerisi
malum. O takımın çok “kıymetli” oyuncuları vardı. (Dikkat; pahalı değil,
kıymetli.) Her mevkide kilit isimler; kalede Taffarel, defansta Bülent, ön
liberoda Popescu, orta sahada Hagi, forvette Hakan Şükür. Her birisinin ayrı
görevleri vardı hepsi de özveriyle yapıyorlardı görevlerini. Özveriyle. Çünkü
bir hedefleri vardı. İnançları vardı ve onları motive eden başka bir şey vardı.
Bugün belki de o “şey” olmadığı için Kopenhag maçı için bir milyon euro pirim,
orada kayıp puanın telafisi için o bir milyonu öbür maça aktarış. Bu bir daha
gösterdi ki para her zaman motive edici bir unsur değilmiş.
O takımda benim dikkatimi çeken isim her zaman Popescu
olmuştur. Defanstan topu alan, kilit pozisyondaki takım arkadaşına veren, başka
birinin boşluğunu dolduran ve duruşuyla güven veren, gerektiğinde de ileri
çıkıp gol atabilen Popescu.
İş hayatında da, futbolda da doğal olarak göze çarpanlar her
zaman için gol atanlardır. Forvet gol atınca taçlandırılır, altın ayakkabılar
verilir ama savunmacılar gol yemeyince onların vazifesi zaten gol yedirmemektir
denir. Satış ekipleri satışlarını yaparlar ve haklı olarak yaptıkları
satışlardan farklı oranlarda pirim alırlar. Somuttur. Biz pazarlamacıların
yaptığı iş ise somut değerden ziyade soyut değere odaklıdır. Marka bağlılığı,
marka değeri, tüketici güveni gibi soyut kavramlar üzerine oynarız biz. Popescu
gibi soyut değer üretiriz. Gerektiğinde ileriye çıkar gol de atarız ama bizim
asıl vazifemiz gol atılmasına yardımcı olmaktır.
Bu durum iş hayatında üretim ve satış gibi somut değer
üretmeyen tüm birimler için geçerlidir. Mesela bir İK’cı personel devir hızını
azalttığı zaman takdir görmez. Kendi mecralarındaki yayınlarla mutlu mesut
yaşarlar. (Bu sistemleri uygulayabilen şirketleri elbette tenzih ederim.) Ya da
bir ikram personeli herkesin misafirlerine yetiştiği için alkışlanmaz.
Aslolan tüm bunların müthiş bir uyum halinde ilerlemesidir.
Aynı tiki-taka oyunu gibi. Top defanstan nasıl çıkar, diğer kaleye nasıl girer
anlamazsın bile. Bunun için de tüm takımın birbirini çok iyi tanıması gerekir.
Bir zincir, en zayıf halkası kadar güçlüdür
Takımınıza bir bakın. Hedefiniz “ne” diye sormayacağım. Hedefiniz
var mı gerçekten? Ekibinizin hepsi bu hedef yolunda mı koşuyor? Yoksa hepsi
bağımsız hedefler üzerinde mi ilerliyor? Simon Sinek’in bana göre efsane TED
konuşmasına 20 dakikanızı ayırıp bir göz atın isterseniz şuradan. Bu konuşmada
Sinek, başarılı şirketler ve liderler için ortaya koyduğu “altın çember”
modelini tanıtır. Bir şirket yaptığı işi “neden” yaptığını biliyorsa ve tüm
ekibini buna inandırırsa iş zaten kendiliğinden yürüyor. Günümüzün sorunu şu
ki; herkes “ne” yaptığını biliyor ama “niçin” yaptığını bilmediğinden anlık
kazançlar etrafında dönüp duruyoruz.
2000 yılında Galatasaray’ın bir hedefi vardı ve başardılar.
Tüm futbolcular maçlara üç puan için çıkıyorlardı evet ama büyük hedef
belliydi. Bir kere inanç oluştuğunda da, hayat da onlarla uyumlu hale gelmişti.
Mesela Henry’nin üç metreden vurduğu kafa vuruşu direkten dönmüştü. Penaltıları
kurtarır olmuştu Taffarel. Hakan Şükür sırayla adam çalımlayıp gol atar olmuştu
alışılmışın aksine. İşte bu soyut süreç gözden kaçtığı için günümüzde olabildiğince
somutlaşmış süreçler “hedef için koşan” değil “maaş için çalışan” personelleri
doğurmuştur kendiliğinden.
Onun için bizim dünyamızda aslolanın pahalı forvet almak
değil, oyunu okuyabilen oyuncular ve hepsini yönlendirebilen Popescu’lara
ihtiyacımız var. Resme yukarıdan bakabilen, oyun kurabilen ve gerektiğinde gol
atabilen kişiler.
Herkes inanırsa, herkes aynı hedefe koşarsa sonucun
gelmemesi mümkün değildir.
Sözde kolay, özde zor; yeter ki öncelikler iyi belirlensin.