Geçenlerde bir alışveriş merkezinde üst kata çıkmak için
yürüyen merdivenlere doğru yöneldim. Bir teyze, önünden geçen basamaklara
dikkatlice bakıyordu. Bir süre izledim teyzeyi. Birkaç merdivene adım atar gibi
oldu, sonra geri çekildi. Sonra bir basamağa adımını yerleştirdi ve diğer
ayağını da hemen yanına çekerek yukarı doğru yol aldı. Ardından kendimi
gözlemledim; bir basamağa adımımı attım, yukarı doğru yükselen merdiven
ayağımın ucunu kaldırdı, ben de bir alt basamağa çektim ayağımı ve yoluma devam
ettim…
Bu süreci gözlemlerken her türlü pazarda rekabet eden
markaları düşündüm. Alışveriş merkezinde boy gösteren sıra sıra dükkânların
marka yöneticilerini ve patronlarını… Hepimizin aslında o merdivenden yukarı
çıkan insanlar gibi olduğunu. Hepimizin hedefi aynı ama kimimiz en doğru
basamağı bekliyor, kimimiz bekleyenleri bekliyor, kimimiz basamakta durup
merdivenin kendini yukarı çıkarmasını bekliyor, kimimiz yukarı çıkarken de adım
atıyor ve daha hızlı çıkıyor, kimimiz de normal merdivenleri kullanıyoruz. Baktığımızda
hepimiz de yukarı çıkıyoruz.
Bu metaforla markaların yolculuklarını kısaca irdelemek
istedim ben de.
En doğru basamağı
bekleyen markalar
Bu markalar bazı atılımları gerçekleştirmek için her şeyin
uygun olmasını beklerler. Üretim maliyetleri iyice düşsün, tüketici satınalma
gücü artsın, enflasyonun seyri rahatlarını bozmasın, yüksek kâr ile satış
yapabilsin isterler. Geleneksel pazarlamanın tanımı yapılırken bu tarif
geçerlidir; en doğru ürün, en doğru zamanda, en doğru fiyata, en doğru
müşteriye... Ama değişen dünyada bu “en”leri beklemenin maliyeti, adım atmaktan
daha fazla olmaya başladı. Şimdi belki de “en doğru adımı hemen atma” dönemi. Bunun
için de nitelikli insan kaynağı hiç olmadığı kadar önem kazanmakta.
Bekleyenleri bekleyen
markalar
Bu markalar için rekabet birincil öncelikli değişkendir. Rakip
fiyat kırdıysa bunlar da kırarlar, rakip bir promosyon yaptıysa bunlar da yaparlar,
rakip bir noktaya dükkân açtıysa bunlar da açarlar. Yani, kendisine rakip
bellediği bir markanın hamlesiyle iş yaparlar ama her ikisi de beklediği için
yukarı çıksalar da, dinamik değillerdir. Yaptığı hamlenin tam kopya olmasa da
ondan daha iyi bir aynı iş olmasını arzu ederler. Burada, Jack Trout’un,
üzerine ayrı bir makale yazılabilecek cümlesini hatırlamakta fayda var: “Daha
iyi olmaya çalışmaktansa ilk olmak daha iyidir.”
Merdivenle yukarı
çıkan markalar
Bu markalar ekonominin genel seyrine ayak uyduran
markalardır. Bundan beş sene önce 100 lira ciro yapıp bugün 150 lira ciro yapan
ve kendi geçmişine göre iyi olduğunu düşünen markalardır. Halbuki hakikatte
yapılan şey ekonomiye ayak uydurmaktır. Beş sene önce olan milli gelir ve
harcama seviyesi ile bugünkü oranlara bakıldığında aslında yaptıkları iş ayak
uydurmadan başka bir şey değildir.
Yürüyen merdivende de
yürüyen markalar
Bu markalar gelişen teknolojiye, üretim sistemlerine,
pazarlama karmasına ayak uyduran markalardır. Ağırlıklı olarak pazarın
kaymağını yiyen markalar da bunlardır. Değişime ayak uyduranlardır. Herkesten
daha hızlı yükselirler ve yol alırlar. Merdivenle yukarı çıkanlar, sosyal medya
iletişimini “günaydın” ve “iyi haftalar” mesajlarıyla yürütmeyi dijital
pazarlama zannederken, bu markalar 5. uygulamalarını yazdırıyorlardır.
Normal merdivenden
yukarı çıkan markalar
Bu markalar da, yaptığı her yenilikle kendileri mutlu olan
markalardır. Bunlar da yukarı çıkarlar ama hem yoldan hem güçten kaybetmişlerdir.
Yani hem maliyetli iş görürler, hem de az para kazanmaktan yakınırlar. Yönetim
felsefesine “satış”ı tek geçerli değişken olarak yerleştirmişlerdir. Müşteri
memnuniyeti, pazarlama iletişimi, sosyal medya, üretim teknolojileri
keşfedilmeyi bekliyorlardır. Bir ERP yazılımı kullanmaktan ziyade Excel
tablolarıyla rapor hazırlayıp, kendi yoğunluk kapasitelerini bu tür işlerde
harcayan markalardır. Hewlett-Packard’ın eski CEO’su Lew Platt (1941-2005) bu
markalar için şunu söylemiştir: “İşletmelerdeki tek büyük sorun, daha önceki
başarılı iş modeliyle kalakalmaktır.”
Tüm bu merdiven metaforlu markalar incelendiğinde elbette efektif
olan sürecin, “yürüyen merdivenlerde de yürümek” olduğunu kestirmek zor değil. Peki,
yukarı çıkarken hızlı adımlar atarken tökezlenirse ne olur? Aslında cevap basit.
Markalar o adımı atarken tökezleme ihtimalini göze alarak yürürler. Kendi adımı
yavaşladığında merdiven onu yukarı çıkarır. Bu da marka yatırımının
yapılmasıyla mümkündür. Aksi takdirde hayat da uyum sağlar bu düşüşe ve birden
yürüyen merdiven durur, kaos olur, bir bakarlar her şey başa dönmüş.
Bu süreçte markaların ilerlemesi için pek çok destekleyici
malzeme-fikir ve bunları sağlayan pek çok kuruluş vardır. Burada lider,
markanın serüvenini etkileyen en önemli faktördür. Hedeflere ulaşmak için
inanmış bir lider önemlidir. İnanç yoksa kurumun tüm nitelikli çalışanlarının
önerileri laf-ı güzaf ve yaptığı işler günü kurtarmaktan öteye geçemez.
*Bu yazı
için yazılmıştır. Orijinal metne buradan ulaşabilirsiniz.