1998’den beri düzenli olarak hazırlanan Capital 500
raporlarının, 16.sı, Ağustos başında yayınlandı. 2013 sonuçları, bugüne kadar
bin 450 kuruluşun ülkemizin en büyük 500 şirketi arasına girdiğini, ancak bu
şirketlerden 950’sinin listede tutunamadığını ortaya koyuyor. İlk 500
sıralamasında yer alan kuruluşların sadece yüzde 4.5’inin büyükler liginde
kalıcı olması ülkemizin rekabetçilik açısından gidecek çok yolu olduğunun bir
göstergesi. Her yıl kesintisiz olarak listeye girmeyi başaran sadece 65
şirketimiz var. Aralarında Arçelik, Ayyıldız, Anadolu Efes ve Vakko’nun olduğu
bu şirketlerin sürdürülebilir başarısına baktığımzda, 7 ortak özellik görmek
mümkün:
1-Büyük ölçek: Ülkemizdeki kuruluşların çoğu, ortaklıklarla
gelişmeyi ve bilimsel yatırım planları yapmayı başaramıyor. Büyük ölçekli
şirketler, sürdürülebilir büyümeyi diğerlerine göre daha kolay yakalıyor.
“Küçük de olsa, benim olsun”, düşüncesiyle hareket eden şirket sahipleri içe
kapanıyor ve ölçek ekonomisinin rekabet ortamında güçsüz kalıyorlar. Devler
liginin ilk sıralarında yüksek olan “kalıcılık” oranı, aşağı sıralara inildikçe
azalıyor.
2-Profesyonel yönetim kadrosu: Pek çok aile şirketi, zaman
geçtikçe modern yönetim sistemlerine geçmekte zorlanıyor. Bunun sonucunda,
yetenekli elemanların şirket bünyesine kazandırılması güçleşiyor. Çalışanlarına
mutlu olacakları ve kendilerini geliştirme imkanı sunan şirketlerin başarı
grafiği ise tutarlı bir biçimde yükseliyor.
3-Ürün kalitesinden taviz vermemek: Markalaşmak ve kalıcı
başarı elde edebilmek için ürün ve hizmetlerin kalitesinden asla taviz vermemek
gerekiyor. Karlılığı artırmak için yapılan tasarruflar veya süreçlerdeki
hatalar kaliteyi düşürüyor. Bu da müşterilerde hayal kırıklığına ve güven
kaybına neden oluyor.
4-Markaya yatırım yapmak: Ürünler şirketlere, markalar
tüketicilere aittir. Markalaşma yolculuğunun temelinde daima tüketicilerin
beklentileri, arzuları ve hayalleri olmalıdır. Atılan her adımda, onların
ihtiyaçları göz önüne alınmalıdır. Tüketiciler markaları insanlar olarak
algılarlar. Bu yüzden, ilişki kurabildikleri, yakın, sıcak ve kendilerini
anlayan markalara sadık olurlar.
5-Marka deneyimi sunmak: Tüketiciler bir ürünü seçme, satın
alma ve tüketme evrelerinde kendilerini iyi hissetmek isterler.. Bilgi almak
istediklerinde bilgiye, sorun çıktığındaysa çözüme anında ulaşacak bir çerçeve
olmasını beklerler. Kalıcı şirketler, sadece üretime değil, ilişki yönetimini
de büyük yatırım yaparlar.
6-Yenilikçilik: Sürdürülebilir başarı için daima yeniliklere
açık olmak gerekir. Oysa, bazı şirketler kendilerine başarı getiren formüller
konusunda çok tutucu davranıyorlar. Değişime kapalı olmaları onların yeni
nesillerle etkileşim sağlamalarını engelliyor, yenilikçi rakipler karşısında
güçlerini ve çekiciliklerini azaltıyor.
7-Şirket değerleri: İnsanlar giderek tükettikleri ürün ve
hizmetlerin ardındaki şirket konusunda daha sorgulayıcı oluyorlar.
Kuruluşlardan içinde yaşadıkları topluma ve dünyaya karşı daha sorumlu
davranmalarını bekliyorlar. Etik
değerlere sahip olmayan şirketlerden uzaklaşıyorlar.
Ülkemizin en köklü markalarından Vakko’nun yaratıcısı Vitali
Hakko’nun özetlediği gibi bir kuruluş, “Yaratamazsa, üretemiyor. Üretemezse,
pazarlayamıyor” Bu kutsal üçlüyü bir bütün olarak gören, yaratmaya, üretmeye ve
pazarlamaya sürekli yatırım yapan kuruluşlar kalıcı başarılara imza atarak,
rakiplerini geride bırakıyor.