Sayfalar

31 Ocak 2013 Perşembe

Armudun sapı, üzümün çöpü

Yıllar önce Manisa’nın halılarıyla ünlü Demirci kasabasında bir makarna fabrikası kurulmuş. Fabrikanın başına da daha önceki başarılarıyla tanınan bir genel müdür getirilmiş. Fabrika çalışmaya başladıktan sonra hiç de fena sayılmayacak bir gelir getirmiş ve kârı günden güne artmış. Fakat genel müdür pek de çalışkan değilmiş, hatta tembelmiş bile. Şirketin sahipleri çoğu zaman onu odasında elleri başının arkasında camdan dışarı bakarken bulurlarmış. Arada bir fabrikaya iner, işçileriyle sohbet eder ve odasına geri gelirmiş. Zaman zaman da daha mesai saati bitmeden fabrikayı terk edermiş. Bir gün yönetim kurulu bir araya gelmiş ve demişler ki: “Eğer bu fabrika şimdi böyle kâr ediyorsa başına bir de çalışkan yönetici getirirsek görün kazanacağımız parayı.” Genel müdürü görevden almışlar ve yerine çok çalışkan bir genel müdür getirmişler.
Gerçekten yeni genel müdür zıpkın gibiymiş. Sabah erken gelip akşam geç saatlere kadar çalışıyormuş. Odasına neredeyse girmiyor, işçilerle un taşıyor, kamyoncuları düzene sokuyor, tamir işlerine girişiyormuş. Patronlar mutlu mesut, bu yeni tempoyu izliyor, gelecek yeni kârları bekliyorlarmış. Fakat aradan birkaç ay geçtiğinde fabrikada bazı aksaklıklar meydana gelmeye kârda ise büyük düşüş olmaya başlamış. Patronlar bu olumsuzluğun sebebine inanmamışlar ama sebep yeni genel müdürün daha fazla çalışmaya başlaması olmuş. Zarar artmış da artmış! Patronlar eski genel müdürün adresini bulmuşlar ve ziyaretine gitmişler.

Eski genel müdür Faralya’da deniz kıyısındaki evinin bahçesinde muz ağaçlarını sularken karşılamış misafirlerini. “Geleceğinizi biliyordum, hoş geldiniz” demiş. Patronlar süklüm püklüm durumu açıklamışlar. “Ama” demişler, “Biz haklıydık, sen tüm gün odanda dışarıyı seyrediyor, arada işçilerle sohbet ediyor, pek çalışmıyordun. Hatta çoğu kez de mesaini erkenden bitiriyordun.”

Eski yönetici gülümsemiş ve anlatmış:

“Döndüğünüzde benim odamın penceresinden dışarı bakarsanız fabrikanın bacasını göreceksiniz. Ben gün boyunca fabrikanın bacasını izlerdim, ne zaman dumanda bir azalma olsa, bir problem olduğunu anlar, fabrikaya iner, problemin sebebini bulur, çözer, birimler arası koordinasyonu sağlar ve odama dönerdim. Ekip arkadaşlarımın çözemediği problemler olduğu zaman da, problem neden kaynaklanıyorsa onunla ilgili iş ortaklarımızın üst düzey yöneticilerine küçük bir nezaket ziyareti gerçekleştirirdim. Duman düzenli ve iyi çıktığı zamanlar ise ufka bakar ve kurumla ilgili yeni projeler yürütür ve hangi birimlerde neler yapmamız gerektiğini düşünür, yıllar sonrasını planlardım…”*

Bazı insanlar vardır size ışık verir, gördüğünüzde, okuduğunuzda, dinlediğinizde gözünüz ışıldar, yüzünüzde bir tebessüm belirir. Size yol açar, yolunuza çıkan engelleri aşmanıza yardımcı olur. Anekdotdaki “Tembel Yönetici” gibi. Biz bunu çoğu zaman görmeyiz ya da görmezden gelmeyi tercih ederiz. Her zaman kendi kriterlerimiz vardır değerlendirmek için ve ona göre yol alırız. Ofisimizdeki çalışma odamı görenler bilir, arkamda Yunan Filozof Eflatun’un minik bir aforizması yazılıdır: “Küçük şeylere gereğinden fazla önem verenler, elinden büyük iş gelmeyenlerdir” der filozof. Bir düşünün derim. Hayatınıza yukarıdan bir bakın. Geride bıraktığınız izler hakikaten dikkate değer mi? Kendinize, ailenize, çocuklarınıza, çalıştığınız kuruma kattığınız değer nedir? Yokluğunuz hissediliyor mu? Yarın bir gün siz ayrıldıktan sonra geriye bir “değer” kalır mı? Siz de karanlığa sövenlerden misiniz? Yoksa bir armut bahçesi, üzüm bağı düşlemek yerine armudun sapı ve üzümün çöpünde misiniz?

Cengiz Han der ki; “Bir çivi kırılır, bir nal düşer. Bir nal düşer, bir at devrilir. Bir at devrilir, bir yiğit düşer. Bir yiğit düşerse bir ordu bozulur.” Yani bir çivi kırılırsa, bir ordu bozulur. Çivinin sağlam olması gerek. Ama bu demek değildir ki o çivilerin hepsini ordunun başındaki yapsın. Yoksa maazallah çiviler yapılırken düşman orduyu hazırlıksız yakalayabilir! Zaman önemli. Zamanı yönetmek önemli. Görev ve yetki delegasyonu önemli. Zaman şu an en kıymetli değerlerimizden.

Savaş ve ordudan çıkıp işi biraz daha kurumsallaştırırsak; meydan çetin, rakip çok. Atı alanın Üsküdar’ı geçtiği, pazarlama terminolojisiyle “pazarın kaymağını yediği” dönemdeyiz. Fizik gücünden çok beyin gücünün önem kazandığı dönemleri yaşıyoruz. Mark Zuckerberg henüz 20 yaşındayken kendi enerjisiyle bir bilgisayar programı yazdı ve şu an milyonlarca insan kullanıyor o programı. İstihdam ettiği onlarca yazılımcı üzerinde geliştirmeler yapıyor. Ortaya çıkan bir “fikir”di. Şimdi ise muazzam bir güç haline geldi. Fikirlerinizi küçümsemeyin. Çalışanlarınızın fikirlerini küçümsemeyin. Çocuklarınızın fikirlerini küçümsemeyin. Onlara değer verin. Değerli olduğunu hissettirin. İnanın günün sonunda kazançlı çıkan siz olacaksınız. 

* İş Yaşamında 100 Kanguru, İzgören A. Şerif, Elma Yayınevi, 2011, S. 122