Gerçekten yeni genel
müdür zıpkın gibiymiş. Sabah erken gelip akşam geç saatlere kadar çalışıyormuş.
Odasına neredeyse girmiyor, işçilerle un taşıyor, kamyoncuları düzene sokuyor,
tamir işlerine girişiyormuş. Patronlar mutlu mesut, bu yeni tempoyu izliyor,
gelecek yeni kârları bekliyorlarmış. Fakat aradan birkaç ay geçtiğinde
fabrikada bazı aksaklıklar meydana gelmeye kârda ise büyük düşüş olmaya
başlamış. Patronlar bu olumsuzluğun sebebine inanmamışlar ama sebep yeni genel
müdürün daha fazla çalışmaya başlaması olmuş. Zarar artmış da artmış! Patronlar
eski genel müdürün adresini bulmuşlar ve ziyaretine gitmişler.
Eski genel müdür
Faralya’da deniz kıyısındaki evinin bahçesinde muz ağaçlarını sularken
karşılamış misafirlerini. “Geleceğinizi biliyordum, hoş geldiniz” demiş.
Patronlar süklüm püklüm durumu açıklamışlar. “Ama” demişler, “Biz haklıydık,
sen tüm gün odanda dışarıyı seyrediyor, arada işçilerle sohbet ediyor, pek
çalışmıyordun. Hatta çoğu kez de mesaini erkenden bitiriyordun.”
Eski yönetici
gülümsemiş ve anlatmış:
“Döndüğünüzde benim
odamın penceresinden dışarı bakarsanız fabrikanın bacasını göreceksiniz. Ben
gün boyunca fabrikanın bacasını izlerdim, ne zaman dumanda bir azalma olsa, bir
problem olduğunu anlar, fabrikaya iner, problemin sebebini bulur, çözer,
birimler arası koordinasyonu sağlar ve odama dönerdim. Ekip arkadaşlarımın
çözemediği problemler olduğu zaman da, problem neden kaynaklanıyorsa onunla
ilgili iş ortaklarımızın üst düzey yöneticilerine küçük bir nezaket ziyareti
gerçekleştirirdim. Duman düzenli ve iyi çıktığı zamanlar ise ufka bakar ve
kurumla ilgili yeni projeler yürütür ve hangi birimlerde neler yapmamız
gerektiğini düşünür, yıllar sonrasını planlardım…”*
Bazı
insanlar vardır size ışık verir, gördüğünüzde, okuduğunuzda, dinlediğinizde gözünüz
ışıldar, yüzünüzde bir tebessüm belirir. Size yol açar, yolunuza çıkan
engelleri aşmanıza yardımcı olur. Anekdotdaki “Tembel Yönetici” gibi. Biz bunu
çoğu zaman görmeyiz ya da görmezden gelmeyi tercih ederiz. Her zaman kendi
kriterlerimiz vardır değerlendirmek için ve ona göre yol alırız. Ofisimizdeki çalışma
odamı görenler bilir, arkamda Yunan Filozof Eflatun’un minik bir aforizması
yazılıdır: “Küçük şeylere gereğinden fazla önem verenler, elinden büyük iş
gelmeyenlerdir” der filozof. Bir düşünün derim. Hayatınıza yukarıdan bir bakın.
Geride bıraktığınız izler hakikaten dikkate değer mi? Kendinize, ailenize,
çocuklarınıza, çalıştığınız kuruma kattığınız değer nedir? Yokluğunuz
hissediliyor mu? Yarın bir gün siz ayrıldıktan sonra geriye bir “değer” kalır
mı? Siz de karanlığa sövenlerden misiniz? Yoksa bir armut bahçesi, üzüm bağı
düşlemek yerine armudun sapı ve üzümün çöpünde misiniz?
Cengiz Han der ki; “Bir çivi kırılır, bir nal düşer. Bir nal
düşer, bir at devrilir. Bir at devrilir, bir yiğit düşer. Bir yiğit düşerse bir
ordu bozulur.” Yani bir çivi kırılırsa, bir ordu bozulur. Çivinin sağlam olması
gerek. Ama bu demek değildir ki o çivilerin hepsini ordunun başındaki yapsın.
Yoksa maazallah çiviler yapılırken düşman orduyu hazırlıksız yakalayabilir!
Zaman önemli. Zamanı yönetmek önemli. Görev ve yetki delegasyonu önemli. Zaman
şu an en kıymetli değerlerimizden.
Savaş ve ordudan çıkıp işi biraz daha kurumsallaştırırsak;
meydan çetin, rakip çok. Atı alanın Üsküdar’ı geçtiği, pazarlama
terminolojisiyle “pazarın kaymağını yediği” dönemdeyiz. Fizik gücünden çok
beyin gücünün önem kazandığı dönemleri yaşıyoruz. Mark Zuckerberg henüz 20
yaşındayken kendi enerjisiyle bir bilgisayar programı yazdı ve şu an milyonlarca
insan kullanıyor o programı. İstihdam ettiği onlarca yazılımcı üzerinde
geliştirmeler yapıyor. Ortaya çıkan bir “fikir”di. Şimdi ise muazzam bir güç
haline geldi. Fikirlerinizi küçümsemeyin. Çalışanlarınızın fikirlerini
küçümsemeyin. Çocuklarınızın fikirlerini küçümsemeyin. Onlara değer verin.
Değerli olduğunu hissettirin. İnanın günün sonunda kazançlı çıkan siz
olacaksınız.
* İş Yaşamında 100 Kanguru, İzgören A. Şerif, Elma Yayınevi, 2011, S. 122
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder