Sayfalar

12 Mayıs 2017 Cuma

Marketing Meetup Future Notları

9 Mayıs Salı günü Kültür Üniversitesi’nde genç ve enerjik Pazarlamasyon ekibinin organize ettiği Marketing Meetup Future etkinliği gerçekleşti. Yine yoğun bir programdı ve birbirinden değerli konuklar vardı. Emeği geçenlerin ellerine sağlık.


Katıldığım etkinlik notlarıma alışık okuyucular, genelde konuşmacılar ve sunumlarında gerçekleştirdiği içerikler hakkında not tuttuğumu ve daha sonra başlıklar halinde yazdığımı bilirler. Bir sunumu dinlerken tivit atma işinde ego haricinde bir maksadın olduğunu düşünmediğimden, not tutmayı ve yazmayı tercih edenlerdenim. Lakin bu defa çok fazla not tutamadım. Çünkü konuşmaların içine giremedim, çünkü içselleştiremedim. Beni çeken 2 konuşma vardı. Daha konvansiyonel konuşmalar belki. Bir konuk “işçi değil insan” diğer konuk “tüketici değil insan” dedi. Bu notlar da bende kaldı. Son iki konuşmaya seyahat biletim nedeniyle kalamadıysam da bu son ikinin dolu geçtiğine dair yazılanları okudum. Kısmet.

Organizasyonun bir üniversitede gerçekleştiriliyor olmasından gerek, konukların dinleyicileri junior statüsüne koymalarını yadırgadım açıkçası. Necip Bey bir ara yaş ortalamasının çok da düşük olmadığını iletti gerçi ama (34 kalmış aklımda) bu algı pozitif mi negatif mi soru işareti. 

Adaptasyonda zorlandığım içerikler haliyle gelecek zaman kipiyle süren ve içinde bol bol robot, IoT, büyük veri, Mars, fintech, Elon Musk, Uber ve kahve makinası kavramlarını barındıran içerikler oldu. Evet kahve makinası. Apple ve Steve Jobs hiç anılmadı. Zaman dar, konuşmalar dolu, içerikler yoğundu. Ürkütücü buldum özetle.

Yoğun not aldığım iki sunumu başlıklar halinde yazıp diğerlerini paragraflarda belirteceğim.

Duygusal Sermaye – Mehmet Semih Söylemez

Öncelikle Mehmet Bey’in “pozitif duyguların birikimi” şeklinde birkaç kelimeyle aktardığı Duygusal Sermaye kavramının ne olduğunu biraz daha merak edenlerin; 2012 yılında bir çırpıda ve büyük bir iç huzuruyla okuduğum kitap hakkında yazdıklarıma göz atmalarını tavsiye ederim. (Duygusal Sermaye)

Mehmet Bey AGT’nin süreçlerini aktardı. O kadar güzel de aktardı ki imrenmemek elde değildi. Nazar değmesin inşallah. Sunumun ortalarında P. Drucker’ın bir sözünü hatırlattı Mehmet Bey; “Kültür, stratejiyi kahvaltı niyetine yer” ve devam etti: “Biz kurulduğumuz günden beri insana ve insanî duygulara değer veren bir kurumduk. Takım olmaya inanan bir kurumduk. Yani bu bizim kültürümüzde var olan bir şeydi. Daha sonra bunun adının Duygusal Sermaye olduğunu öğrendik”. Üzerinde konuşularak belki koca bir gün geçirilebilecek bir kavram. 

Söylemez’in konuşmalarındaki satır başlarını kendi ifadeleriyle aktarıyorum:

- Başarısızlık öykülerine çok şey borçluyum.

- 2000 yılında 4 milyon olan ciromuz 2016 yılında 900 milyon olarak gerçekleşti.

- Kendi bünyemizde Virtual Reality, Augmented Reality, Yazılım vs gibi alanlarda çalışan 18 kişilik bir özel ekibimiz var.

- Bazen görüştüğüm işletme sahiplerine sorarım; “Tüm yatırımını mı kaybetmek daha zor, tüm ekibini mi?” diye. Genelde cevap “yatırım” olur. Ekibin bir şekilde tekrar kurulabileceğine dair bir inanış vardır. Ben tam tersini düşünenlerdenim.

- Kurulduğunda “Ahşabı Geliştiren Teknoloji” kelimelerinin kısaltması olarak markalanmıştır AGT. Kuruluş tarihi 1984! Bilgisayar yok, faks yok ve kurum ismini koyarken bile kültür kendini yansıtmış ta o yıllarda.

- Bütün bu üretim tesisleri, makineler vs ne için var? İnsan için, onun daha mutlu olabilmesi için. Peki biz tüm bu sistemleri kurarken “insan” olgusunu neden bir kenarda bırakalım? Ne anlamı var o zaman yapılan işin?

- Doğan Cüceloğlu’nun “El” metaforu bizi tanımlayan bir metafordur. Genelde başarı için eldeki en uzun parmak olan orta parmak olmak tavsiye edilir. En öndeki, en uzun, ek büyük vs. Ancak o elde baş parmak olmazsa o uzuv el olma özelliğini kaybeder. Her parmağın işlevi kendine hastır ve el olabilmesi için hepsine ihtiyaç vardır. Bizim kurumumuzda da "biz bilinci" vardır. Çünkü önemli olan “el”dir.

- İnsan; aklıyla değil, duygularıyla karar veren bir varlıktır. Biz o duygulara hitap edemiyorsak ilerleyemeyiz.

- İnsanın "özel hayat", "iş hayatı" gibi ayrımları yoktur. Bu bir illüzyondur. Bizim tek hayatımız var. Mutlu olanlar iş hayatında da mutlu özel hayatında da mutlu, mutsuz olanlar özel hayatında da mutsuz iş hayatında da mutsuzdur.

- Özel hayattaki problemleri “işe yansıtmamak” mümkün değildir.

- Başka bir sanayi kurumunda 10 yıldır çalışan bir işçi vardı. Çalışanın 10 yıldır tek bir iş kazası yok. Operatörlüğünü yaptığı makinede bir gün iş kazası yaptı ve maalesef vefat etti. Nasıl oldu da ilk iş kazası hayatına mal oldu? Daha sonra öğrenildi ki, o çalışan bir haftadır eşinden ayrı yaşıyormuş. Bizdeki kültür şunu gerektirirdi; o kişi ya eşiyle barışacak, ya boşanacak, ya izin kullanacak. Ama kesinlikle o iş makinesini kullanmayacak.

- Bunun için bizim anlaşmalı olduğumuz psikologlar vardır. Aile danışmanları vardır. Obezite sorunu için çalıştığımız doktorlar vardır. Bunun gibi 50 farklı konu ile ilgili çalışanlarımızın hayatlarına fayda sağladığımız madde sayabilirim. Danışmanlık ücretini kurum karşılar, kişileri açık etmez.

- Bu kültür sayesinde 30 yılda 1 kişinin hayatı kurtulduysa, 1 kişinin hayatına değer kattıysak buna değer.

- “Öngörü” kavramı yerine “Uzgörü” kavramını kullanmayı tercih ederim. Çünkü bizi bekleyen hazır bir gelecek yok. Onu biz hazırlayacağız.

- İş hayatında deneyim ve teknik bilgi gereğinden fazla önemseniyor. Kişinin Duygusal Zekasına (EQ) bakılmıyor. Halbuki deneyim ve teknik bilgi kuşun bir kanadıysa, EQ da diğer kanadıdır.

- Ayrıca teknoloji çok hızlı değişiyor. Nasıl bir teknik bilgi birikiminden bahsediyoruz?

- Bizim birlikte çalışacağımız ekibimiz için standart bir IQ yeterlidir. Ancak EQ’nun düşük olmaması gerek.

- Duygusal Zekadan yoksun bir insanın liderlik edebileceğine inanmıyorum. Yükseğe çıkan bir kişinin sonucuna bakıp aldanabilir yönetimler. Alttakini ezdi mi, mobbing uyguladı mı bunlar bilinmez. Tek başına çok yükseklerde uçması değildir bir kurum için kıymetli olan. Kaz metaforunda olduğu gibi diğer çift kanatlılarla uçabiliyor mu, ona bakmalıyız.

- Bana “Stratejiniz nedir?” diye sorarsanız önümüzdeki 5 yılı hızlıca anlatabilirim. Ancak “Kültürünüz nedir?” derseniz bunu anlatmak biraz zaman ister.

- AGT’deki kültürümüzden bir kesit olarak “AGT liderinin Özellikleri”ni söyleyebilirim. Kalbi Büyük – Zihni Berrak – Enerjisi Yüksek.


- “Kalp bir kenarda durakoysun” dersek, ilgili başarıya ulaştıktan sonra da insan maalesef mutlu olmuyor çünkü o başarıyı paylaşabilecek kimse kalmıyor yanında.

- “Başarılı girişimci” ile “iyi bir lider” farklı şeylerdir. Bunlar karıştırılıyor. İş hayatındaki başarı tek kriter değildir. Daha fazla, daha hızlı, daha vs tamam ama ne için?

- Bir karar verirken bile kalbiniz size 3 saniyede doğruyu söyler. Bir ortaklık yaparken içinizde kötü bir his olur, ama o anki para ihtiyacınız sizi ortaklığı yapmaya zorlar, daha sonra zarar görürsünüz. Bir kızdan hoşlanırsınız, kalbinizde bir tereddüt oluşur, ama kız çok güzeldir, zarar görürsünüz.

- Bunun için çok sevdiğim bir söz vardır: “Küçük kararları aklınızla, büyük kararları kalbinizle alın”.


Gelecekte kim var olacak? – Akan Abdula

Akan Abdula’nın sunumundan da çok keyif aldım. Muhtemelen benzer içeriği kendisinden ikinci kez dinlediğim için. Marketing Meetup 2016’da “Tutumlar ve Davranışlar” başlığı altında da bir sunum gerçekleştirmiş Akan Abdula. O etkinliğe katılamamıştım ama sunum ilgimi çekmişti ve Youtube’dan izlemiştim. Merak edenler Pazarlamasyon’un Youtube saydasından konuşmayı dinleyebilirler.
Tekrarını yadırgamadığım, görüşlerine katıldığım, desteklediğim, faydalı bulduğum bir içerik dinledim. Başlıkları da şöyle:

- Pazarlama’yı bir bilime dönüştürdük.

- Bir araştırma yapılmış (kaynağını not edemedim, iletilirse eklerim) ve tüketicilere “satın aldığınız herhangi bir tüketici ürünü, bugün yok olsa ne yaparsınız?” diye sorulmuş. Tüketicilerin %70’i “umurumda olmaz” demiş. Var olmaya çalıştığımız dünya bu. Yani markalar daha bugüne hazır değil ki geleceğe hazır olsun!

- Gece gündüz tespit yapıp geleceğe hazır olamayız. Bu süreçlerden dolayı Fütüristlerle biraz kavgalıyım.

- Gelecekte kim var olacak dersek, bugünü konuşmalıyız.

- Bir kurum bir fikre yatırım yapamıyorsa geleceğe hazır değildir.

- Tüketiciye değil, insana odaklanan kalır. Bilimsel bir yaklaşım ile, “tüketici” incelemeleriyle bir yere varamayız.

- Derin motivasyonlara odaklanan kalır. Güven-Birliktelik-Keyif-Canlanma-Bireyselleşme-Otonomi-Kontrol. İnsanlar bebek olarak doğuyor ve neredeyse bebek olarak ölüyor. Dolayısıyla Güven ve Kontrol yakın duygular. Fikir bulamazsak üretici olarak kalırız.

- Kültürel kodlara odaklanan kalır. Kader-Keder-Umut

- Otopilotlara odaklanan kalır. İnsanda 2 Sistem vardır. Sistem 1 – Bilinçsiz/Sezgisel, Sistem2 – Bilinçli

- Hata ekonomisine odaklanan kalır. Fikirler hatalardan çıkar. Muhteşem sonuçlara baktığımızda yeni fikirler bulamayız.

- Kanala odaklanan kalır. Önce kanal, sonra markaya odaklanılmalı. Marka önemli elbet ama marka putperesti olmamak da önemli.

- Küçük/Basit fikirlere odaklanan kalır. Milyonları biliyoruz, daha küçük paylar hakkında fikrimiz yok.

- Mecra kazanabilen kalır. 360 derece iletişim değil, 365 gün iletişim.

- Zihinsel imgelere odaklanan kalır. İnsan imgelerle düşünür. Tüketici araştırmalarında, fokus gruplarda imgelerle düşündüğü şeyleri kelimelere dökmesine zorluyoruz insanları. Metaforlara odaklanın.

- İçgörüyü teknolojiyle destekleyen kalır. Modelleri düşünce yerine koymak yanlış olur. En büyük problemimiz yurt dışındaki modelleri alıp aynen uygulamak. İçimizi kazımayız böylelikle. İçimizi kazımazsak da yeni modeller, yeni fikirler geliştiremeyiz.
--

Veri ve Yapay Zeka başlıklı konuşmasında Cavit Yantaç; insanın basit seçim algoritmalarından, bilgisayarların seçim algoritmalarına doğru bir yolculuğa çıkardı dinleyicileri. Bir tüketicinin biber seçerkenki algoritması neyse sürücüsüz bir aracın da benzer bir algoritmada dizayn edildiğini aktardı.

- Sürücüsüz araçlar hata yaptıkça, kaza yaptıkça daha iyi araba kullanmayı öğreniyorlar.

- Biz değişimin farkına varamazsa 24 milyar dolar olan ihracat kalemimiz tehlikede demektir.

- Cortana ya da Siri ile ne kadar etkileşime girerseniz, size yardımı o kadar artacaktır. Onların bizi anlamasına olabildiği kadar fırsat vermemiz gerek. Çünkü bilgisayarlar kullandıkları veriler ile daha efektif sonuçlar verir. (Bu gerçekten gerekli mi, değil mi bilmiyorum. Aklıma ister istemez “i,Robot” filmi geldi)

- Mobil uygulamalar üzerinde çalışıyorsanız üzgünüm ki zamanınızı yanlış şeyler üzerinde tüketiyorsunuz. Çünkü mobil uygulamalar üreticinin/yazılımcının kullanıcı adına tasarladığı bir dünya. Zaman, deneyimleyenin kendi tasarladığı bir sürece doğru gidiyor.

- Makinalar insanları anlamaya başladığında sadece ses olarak algılamayacak. Duygularını da anlayacak. (İfadelerimizi evet anlayabilir ama duyguları anlayacak mı gerçekten? Bir makine gönlümün ferahladığını, yüreğimin titrediğini anlayacak mı? Beni felsefî açıdan zorlayan, manevi açıdan düşündüren, insanî açıdan ürküten bir başlık)

- Şu andan yapılan mesleklerin bir çoğu 2030’da olmayacak. Bu deneyimleri tasarlayan insanlar olacak. (İşte bu düşünceler beni gerçekten besicilik, tarım, yetiştiricilik veya herhangi bir ziraat işini öğrenme konusunda kamçılıyor gerçekten.)


Reklamcılığın geleceği artık eskisi gibi değil başlıklı konuşmasına Arda Erdik reklam sektöründe klasikleşmiş olan bir sözü hatırlatmakla başladı: “Son yaptığınız iş kadar başarılısınızdır.” Daha sonra bizleri geçmişten geleceğe bir yolculuğa çıkardı. Saatli maarif takviminden Twitter’a, Turbo sakızlarındaki araba resimlerinden Instagram ve Pinterest’e, Telsiz’den radyoya geçişi hızlı ve keyifli bir sunumla aktardı. Bu süreç içinde mecraların değiştiğini, ancak insanoğlunun pek de değişmediğini hatırlattı dinleyicilere. Tüm bu anlatımlarını toparladığı son cümlesi dikkate değerdi: “Gelecek hep gelecek ama insanın özü hiç değişmeyecek. İletişimde de geleceği tahmin etmeye çalışanlar değil, bugüne ayak uyduranlar kazanacak.”

Ödeme sistemleri yolculuğum başlıklı sunumunda Yunus Emre Güzer dinleyicileri fintech konusunda dünyadaki trendler ışığında bilgilendirdi. PayU’nun bağlı bulunduğu 1915’de kurulan Naspers’ın hikayesini aktardı. Firmanın kendini 5-10 yılda bir yenilediğinden bahsetti. Geleceğin de adaptasyon ile ilgili olduğunu söyledi. Güne, çağa, iş yapış şekline, teknolojiye kendi işini adapte edemeyenlerin gelecekte de var olmasının zor olduğunu söyledi. Sadece ilgili sektör değil, tüm sektörleri bağladığını düşündüğüm “disruption” kavramından bahsetti. “Disruption” kelimesini "bir sektörü rahatsız eden yıkıcı inovasyon" şeklinde anlamlandırdı. Örnek olarak “gitti gidiyor”dan, “getir” sistemine doğru giden bir rahatsızlık ve iş yapış biçiminden bahsediliyor. Getir’inde bu arada Naspers girişimi olduğunu ve bu global oluşumda Türkiye’de sadece 2 kişinin istihdam edildiğinden bahsetti. Turkcell’in bir boşluk görerek "bip" yatırımını yaptığını düşündüğünü iletti. Ortaya belki de Turkcell’den çok daha iyi hale gelecek bir işin temelini attığını ve emin adımlarla ilerlediğini aktardı. Belki de sunumdaki kilit cümle: “Kendi işiniz yıkıcı bir inovasyonla rahatsız edilmiyorsa (disrupt) başka bir işi inovasyonla rahatsız edebilecek (disrupt) şeyler ortaya koymalısınız”


Mars’a Yolculuk başlıklı video konferansta Dr. Umut Yıldız NASA’nın Mars çalışmalarından bahsetti. Mars’a robot yollamakla insan yollamanın çok farklı olduğunu dile getirdi. Yemek, su, pskoloji vs gibi pek çok etkenin var olduğundan bahsetti. Ayrıca ince atmosferden dolayı Mars’a iniş konusunun da ayrı bir sorun olduğunu iletti. Dünya’da şans eseri (!) yaşadığımızdan, her an bir asteroid parçasının Dünyamıza çarpmasının ihtimaller dahilinde olduğunu söyledi. (Bu kadar şans eseri (!) yaşadığımız bir dünyaya yerleşme savaşlarımızı bir düşünce notu olarak bırakalım buraya…) 

Anlatılanlar elbette güzel bir deneyim oldu bizler için. Malumun ilamı olur diye belki ama “The Martian” filminin adı hiç geçmedi. İzlemeyenler için tavsiye olunur. Sunum bitip ara verilince arkamdan geçen iki gencin konuşmasını duydum yanlışlıkla: “Çok basic bir dil kullandı, öyle scientific şeyler falan da yoktu…”


Robotlar çağında biz sunumunda Ozan Onat mevcutta kaybolan mesleklerden ve yeni oluşan mesleklerden bahsetti. Ancak önümüzdeki dönemde oluşacak mesleklerin daha yıkıcı bir etkisinin olacağını vurguladı. Kaygılanmamız gereken bir takım durumların olduğundan bahsetti. Önümüzdeki  10 yılda iş yapış biçimlerinde ABD’de %50’ye yakın, Çin’de ise %80’e yakın robotlaşma oranının olacağından bahsetti. Bu da ülkeler için potansiyel istihdam sorunları ve ekonomik sorunlar oluşturabilecektir. Örneğin sürücüsüz araçlar yaygınlaştığında sadece taksi şoförü etkilenmeyecek bu süreçten. O şoförün öğlen yemek yediği restoran, çay için uğradığı kafe vs de bu süreçten etkilenecektir. Yani bu durum bir zincirleme etki oluşturacaktır. 

Robotlaşma olacak elbet ancak Merak, Sorgu, Empati, Liderlik, İnsan Yönetimi gibi işlerin ve duyguların robotlar tarafından gerçekleştirilemeyeceğini dile getirdi. Bu süreç içinde yapılması gereken bir takım öneri listesi sundu;

- Değişime ayak uydurmalıyız.

- Yaratıcılığı, İnovasyonu, yeni fikirleri, girişimciliği desteklemeliyiz.

- Kodlama yeni İngilizce’dir.

- Yeni nesillere ezberlemeyi değil merak etmeyi, deneyimlemeyi aşılamalıyız.

- Yaşam boyu öğrenmeye açık olmalıyız.



Oyunlaştırma sunumunda Ercan Altuğ Yılmaz oyun oynamanın tersinin depresyon olduğunu söyleyerek sunumuna başladı. Oyunun tarihin her evresinde aslında var olan bir olgu olduğunu belirtti. Bu süreçte aşık atmak, zar atmak, PES atmak gibi evreler ile günümüze geldiğinden bahsetti. Pazarlama ve şirket yönetiminde bu sürecin devreye alınmasında da eğlence değil davranış değişikliği hedeflendiğinin ve gerçekleştiğinin altını çizdi. Hedef problem çözmek. Bu çözüm yolunda da oyun bir araç. Standarda bağlanmış ödülsü yaklaşımların performansı artırmadığını iletti. Twitter rozet uygulaması gibi örneklerin kullanıcılarda bir motivasyon oluşturduğu ve statü sağladığından bahsetti. 

Ninja Kaplumbağalar’da Splinter Usta’nın Michalangelo’yu pizza ile motive ederken Leonardo’yu konuşarak motive ettiğinden; yani ekipteki herkesin aynı içerik ile motive olmadığının küçük bir örneği olduğunu aktardı. Yemek Sepeti’nin “Lezzet Muhtarları”nın da benzer gerekçeler ile ortaya çıkmış ve sürekliliği sağlayan güzel bir yaklaşım olduğunun altını çizdi.