9 Mayıs Salı günü Kültür Üniversitesi’nde genç ve enerjik
Pazarlamasyon ekibinin organize ettiği Marketing Meetup Future etkinliği
gerçekleşti. Yine yoğun bir programdı ve birbirinden değerli konuklar vardı.
Emeği geçenlerin ellerine sağlık.
Katıldığım etkinlik notlarıma alışık okuyucular, genelde
konuşmacılar ve sunumlarında gerçekleştirdiği içerikler hakkında not tuttuğumu
ve daha sonra başlıklar halinde yazdığımı bilirler. Bir sunumu dinlerken tivit
atma işinde ego haricinde bir maksadın olduğunu düşünmediğimden, not tutmayı ve
yazmayı tercih edenlerdenim. Lakin bu defa çok fazla not
tutamadım. Çünkü konuşmaların içine giremedim, çünkü içselleştiremedim. Beni
çeken 2 konuşma vardı. Daha konvansiyonel konuşmalar belki. Bir konuk “işçi değil insan” diğer konuk “tüketici değil insan” dedi. Bu notlar
da bende kaldı. Son iki konuşmaya seyahat biletim nedeniyle kalamadıysam da bu
son ikinin dolu geçtiğine dair yazılanları okudum. Kısmet.
Organizasyonun bir üniversitede gerçekleştiriliyor olmasından gerek, konukların dinleyicileri junior statüsüne koymalarını yadırgadım açıkçası. Necip Bey bir ara yaş ortalamasının çok da düşük olmadığını iletti gerçi ama (34 kalmış aklımda) bu algı pozitif mi negatif mi soru işareti.
Adaptasyonda zorlandığım içerikler haliyle gelecek zaman
kipiyle süren ve içinde bol bol robot, IoT, büyük veri, Mars, fintech, Elon
Musk, Uber ve kahve makinası kavramlarını barındıran içerikler oldu. Evet kahve makinası. Apple ve Steve Jobs hiç anılmadı. Zaman dar, konuşmalar dolu, içerikler yoğundu.
Ürkütücü buldum özetle.
Yoğun not aldığım iki sunumu başlıklar halinde yazıp
diğerlerini paragraflarda belirteceğim.
Duygusal Sermaye –
Mehmet Semih Söylemez
Öncelikle Mehmet Bey’in “pozitif duyguların birikimi” şeklinde
birkaç kelimeyle aktardığı Duygusal Sermaye kavramının ne olduğunu biraz daha
merak edenlerin; 2012 yılında bir çırpıda ve büyük bir iç huzuruyla okuduğum kitap
hakkında yazdıklarıma göz atmalarını tavsiye ederim. (Duygusal Sermaye)
Mehmet Bey AGT’nin süreçlerini aktardı. O kadar güzel
de aktardı ki imrenmemek elde değildi. Nazar değmesin inşallah. Sunumun
ortalarında P. Drucker’ın bir sözünü hatırlattı Mehmet Bey; “Kültür, stratejiyi
kahvaltı niyetine yer” ve devam etti: “Biz kurulduğumuz günden beri insana ve
insanî duygulara değer veren bir kurumduk. Takım olmaya inanan bir kurumduk.
Yani bu bizim kültürümüzde var olan bir şeydi. Daha sonra bunun adının Duygusal
Sermaye olduğunu öğrendik”. Üzerinde konuşularak belki koca bir gün
geçirilebilecek bir kavram.
Söylemez’in konuşmalarındaki satır başlarını kendi
ifadeleriyle aktarıyorum:
- Başarısızlık öykülerine çok şey borçluyum.
- 2000 yılında 4 milyon olan ciromuz 2016 yılında 900 milyon
olarak gerçekleşti.
- Kendi bünyemizde Virtual Reality, Augmented Reality,
Yazılım vs gibi alanlarda çalışan 18 kişilik bir özel ekibimiz var.
- Bazen görüştüğüm işletme sahiplerine sorarım; “Tüm
yatırımını mı kaybetmek daha zor, tüm ekibini mi?” diye. Genelde cevap
“yatırım” olur. Ekibin bir şekilde tekrar kurulabileceğine dair bir inanış
vardır. Ben tam tersini düşünenlerdenim.
- Kurulduğunda “Ahşabı
Geliştiren Teknoloji” kelimelerinin kısaltması olarak markalanmıştır AGT.
Kuruluş tarihi 1984! Bilgisayar yok, faks yok ve kurum ismini koyarken bile
kültür kendini yansıtmış ta o yıllarda.
- Bütün bu üretim tesisleri, makineler vs ne için var? İnsan
için, onun daha mutlu olabilmesi için. Peki biz tüm bu sistemleri kurarken
“insan” olgusunu neden bir kenarda bırakalım? Ne anlamı var o zaman yapılan
işin?
- Doğan Cüceloğlu’nun “El” metaforu bizi tanımlayan bir
metafordur. Genelde başarı için eldeki en uzun parmak olan orta parmak olmak
tavsiye edilir. En öndeki, en uzun, ek büyük vs. Ancak o elde baş parmak
olmazsa o uzuv el olma özelliğini kaybeder. Her parmağın işlevi kendine hastır
ve el olabilmesi için hepsine ihtiyaç vardır. Bizim kurumumuzda da "biz bilinci" vardır. Çünkü önemli olan “el”dir.
- İnsan; aklıyla değil, duygularıyla karar veren bir
varlıktır. Biz o duygulara hitap edemiyorsak ilerleyemeyiz.
- İnsanın "özel hayat", "iş hayatı" gibi ayrımları yoktur. Bu
bir illüzyondur. Bizim tek hayatımız var. Mutlu olanlar iş hayatında da mutlu özel
hayatında da mutlu, mutsuz olanlar özel hayatında da mutsuz iş hayatında da
mutsuzdur.
- Özel hayattaki problemleri “işe yansıtmamak” mümkün
değildir.
- Başka bir sanayi kurumunda 10 yıldır çalışan bir işçi
vardı. Çalışanın 10 yıldır tek bir iş kazası yok. Operatörlüğünü yaptığı
makinede bir gün iş kazası yaptı ve maalesef vefat etti. Nasıl oldu da ilk iş
kazası hayatına mal oldu? Daha sonra öğrenildi ki, o çalışan bir haftadır
eşinden ayrı yaşıyormuş. Bizdeki kültür şunu gerektirirdi; o kişi ya eşiyle
barışacak, ya boşanacak, ya izin kullanacak. Ama kesinlikle o iş makinesini kullanmayacak.
- Bunun için bizim anlaşmalı olduğumuz psikologlar vardır.
Aile danışmanları vardır. Obezite sorunu için çalıştığımız doktorlar vardır.
Bunun gibi 50 farklı konu ile ilgili çalışanlarımızın hayatlarına fayda
sağladığımız madde sayabilirim. Danışmanlık ücretini kurum karşılar, kişileri açık
etmez.
- Bu kültür sayesinde 30 yılda 1 kişinin hayatı kurtulduysa,
1 kişinin hayatına değer kattıysak buna değer.
- “Öngörü” kavramı yerine “Uzgörü” kavramını kullanmayı
tercih ederim. Çünkü bizi bekleyen hazır bir gelecek yok. Onu biz hazırlayacağız.
- İş hayatında deneyim ve teknik bilgi gereğinden fazla
önemseniyor. Kişinin Duygusal Zekasına (EQ) bakılmıyor. Halbuki deneyim ve
teknik bilgi kuşun bir kanadıysa, EQ da diğer kanadıdır.
- Ayrıca teknoloji çok hızlı değişiyor. Nasıl bir teknik bilgi birikiminden bahsediyoruz?
- Bizim birlikte çalışacağımız ekibimiz için standart bir IQ
yeterlidir. Ancak EQ’nun düşük olmaması gerek.
- Duygusal Zekadan yoksun bir insanın liderlik edebileceğine
inanmıyorum. Yükseğe çıkan bir kişinin sonucuna bakıp aldanabilir yönetimler.
Alttakini ezdi mi, mobbing uyguladı mı bunlar bilinmez. Tek başına çok yükseklerde
uçması değildir bir kurum için kıymetli olan. Kaz metaforunda olduğu gibi diğer
çift kanatlılarla uçabiliyor mu, ona bakmalıyız.
- Bana “Stratejiniz nedir?” diye sorarsanız önümüzdeki 5
yılı hızlıca anlatabilirim. Ancak “Kültürünüz nedir?” derseniz bunu anlatmak
biraz zaman ister.
- AGT’deki kültürümüzden bir kesit olarak “AGT liderinin
Özellikleri”ni söyleyebilirim. Kalbi Büyük – Zihni Berrak – Enerjisi Yüksek.
- “Kalp bir kenarda durakoysun” dersek, ilgili başarıya
ulaştıktan sonra da insan maalesef mutlu olmuyor çünkü o başarıyı
paylaşabilecek kimse kalmıyor yanında.
- “Başarılı girişimci” ile “iyi bir lider” farklı şeylerdir.
Bunlar karıştırılıyor. İş hayatındaki başarı tek kriter değildir. Daha fazla,
daha hızlı, daha vs tamam ama ne için?
- Bir karar verirken bile kalbiniz size 3 saniyede doğruyu
söyler. Bir ortaklık yaparken içinizde kötü bir his olur, ama o anki para
ihtiyacınız sizi ortaklığı yapmaya zorlar, daha sonra zarar görürsünüz. Bir
kızdan hoşlanırsınız, kalbinizde bir tereddüt oluşur, ama kız çok güzeldir,
zarar görürsünüz.
- Bunun için çok sevdiğim bir söz vardır: “Küçük kararları
aklınızla, büyük kararları kalbinizle alın”.
Gelecekte kim var
olacak? – Akan Abdula
Akan Abdula’nın sunumundan da çok keyif aldım. Muhtemelen
benzer içeriği kendisinden ikinci kez dinlediğim için. Marketing Meetup 2016’da
“Tutumlar ve Davranışlar” başlığı altında da bir sunum gerçekleştirmiş Akan
Abdula. O etkinliğe katılamamıştım ama sunum ilgimi çekmişti ve Youtube’dan
izlemiştim. Merak edenler Pazarlamasyon’un Youtube saydasından konuşmayı
dinleyebilirler.
Tekrarını yadırgamadığım, görüşlerine katıldığım,
desteklediğim, faydalı bulduğum bir içerik dinledim. Başlıkları da şöyle:
- Pazarlama’yı bir bilime dönüştürdük.
- Bir araştırma yapılmış (kaynağını
not edemedim, iletilirse eklerim) ve tüketicilere “satın aldığınız herhangi
bir tüketici ürünü, bugün yok olsa ne yaparsınız?” diye sorulmuş. Tüketicilerin
%70’i “umurumda olmaz” demiş. Var olmaya çalıştığımız dünya bu. Yani markalar
daha bugüne hazır değil ki geleceğe hazır olsun!
- Gece gündüz tespit yapıp geleceğe hazır olamayız. Bu
süreçlerden dolayı Fütüristlerle biraz kavgalıyım.
- Gelecekte kim var olacak dersek, bugünü konuşmalıyız.
- Bir kurum bir fikre yatırım yapamıyorsa geleceğe hazır
değildir.
- Tüketiciye değil,
insana odaklanan kalır. Bilimsel bir yaklaşım ile, “tüketici”
incelemeleriyle bir yere varamayız.
- Derin
motivasyonlara odaklanan kalır. Güven-Birliktelik-Keyif-Canlanma-Bireyselleşme-Otonomi-Kontrol.
İnsanlar bebek olarak doğuyor ve neredeyse bebek olarak ölüyor. Dolayısıyla
Güven ve Kontrol yakın duygular. Fikir bulamazsak üretici olarak kalırız.
- Kültürel kodlara
odaklanan kalır. Kader-Keder-Umut
- Otopilotlara
odaklanan kalır. İnsanda 2 Sistem vardır. Sistem 1 – Bilinçsiz/Sezgisel, Sistem2
– Bilinçli
- Hata ekonomisine
odaklanan kalır. Fikirler hatalardan çıkar. Muhteşem sonuçlara baktığımızda
yeni fikirler bulamayız.
- Kanala odaklanan
kalır. Önce kanal, sonra markaya odaklanılmalı. Marka önemli elbet ama
marka putperesti olmamak da önemli.
- Küçük/Basit
fikirlere odaklanan kalır. Milyonları biliyoruz, daha küçük paylar hakkında
fikrimiz yok.
- Mecra kazanabilen
kalır. 360 derece iletişim değil, 365 gün iletişim.
- Zihinsel imgelere
odaklanan kalır. İnsan imgelerle düşünür. Tüketici araştırmalarında, fokus
gruplarda imgelerle düşündüğü şeyleri kelimelere dökmesine zorluyoruz insanları.
Metaforlara odaklanın.
- İçgörüyü
teknolojiyle destekleyen kalır. Modelleri düşünce yerine koymak yanlış
olur. En büyük problemimiz yurt dışındaki modelleri alıp aynen uygulamak. İçimizi
kazımayız böylelikle. İçimizi kazımazsak da yeni modeller, yeni fikirler
geliştiremeyiz.
--
Veri ve Yapay Zeka
başlıklı konuşmasında Cavit Yantaç;
insanın basit seçim algoritmalarından, bilgisayarların seçim algoritmalarına
doğru bir yolculuğa çıkardı dinleyicileri. Bir tüketicinin biber seçerkenki
algoritması neyse sürücüsüz bir aracın da benzer bir algoritmada dizayn
edildiğini aktardı.
- Sürücüsüz araçlar hata yaptıkça, kaza yaptıkça daha iyi
araba kullanmayı öğreniyorlar.
- Biz değişimin farkına varamazsa 24 milyar dolar olan ihracat
kalemimiz tehlikede demektir.
- Cortana ya da Siri ile ne kadar etkileşime girerseniz,
size yardımı o kadar artacaktır. Onların bizi anlamasına olabildiği kadar
fırsat vermemiz gerek. Çünkü bilgisayarlar kullandıkları veriler ile daha
efektif sonuçlar verir. (Bu gerçekten
gerekli mi, değil mi bilmiyorum. Aklıma ister istemez “i,Robot” filmi geldi)
- Mobil uygulamalar üzerinde çalışıyorsanız üzgünüm ki
zamanınızı yanlış şeyler üzerinde tüketiyorsunuz. Çünkü mobil uygulamalar
üreticinin/yazılımcının kullanıcı adına tasarladığı bir dünya. Zaman,
deneyimleyenin kendi tasarladığı bir sürece doğru gidiyor.
- Makinalar insanları anlamaya başladığında sadece ses
olarak algılamayacak. Duygularını da anlayacak. (İfadelerimizi evet anlayabilir ama duyguları anlayacak mı gerçekten?
Bir makine gönlümün ferahladığını, yüreğimin titrediğini anlayacak mı? Beni
felsefî açıdan zorlayan, manevi açıdan düşündüren, insanî açıdan ürküten bir
başlık)
- Şu andan yapılan mesleklerin bir çoğu 2030’da olmayacak.
Bu deneyimleri tasarlayan insanlar olacak. (İşte bu düşünceler beni gerçekten
besicilik, tarım, yetiştiricilik veya herhangi bir ziraat işini öğrenme
konusunda kamçılıyor gerçekten.)
Ödeme sistemleri yolculuğum başlıklı
sunumunda Yunus Emre Güzer
dinleyicileri fintech konusunda dünyadaki trendler ışığında bilgilendirdi. PayU’nun
bağlı bulunduğu 1915’de kurulan Naspers’ın hikayesini aktardı. Firmanın kendini
5-10 yılda bir yenilediğinden bahsetti. Geleceğin de adaptasyon ile ilgili
olduğunu söyledi. Güne, çağa, iş yapış şekline, teknolojiye kendi işini adapte
edemeyenlerin gelecekte de var olmasının zor olduğunu söyledi. Sadece ilgili
sektör değil, tüm sektörleri bağladığını düşündüğüm “disruption” kavramından
bahsetti. “Disruption” kelimesini "bir sektörü rahatsız eden yıkıcı inovasyon" şeklinde anlamlandırdı. Örnek olarak “gitti gidiyor”dan, “getir” sistemine
doğru giden bir rahatsızlık ve iş yapış biçiminden bahsediliyor. Getir’inde bu
arada Naspers girişimi olduğunu ve bu global oluşumda Türkiye’de sadece 2 kişinin
istihdam edildiğinden bahsetti. Turkcell’in bir boşluk görerek "bip" yatırımını
yaptığını düşündüğünü iletti. Ortaya belki de Turkcell’den çok daha iyi hale gelecek bir işin
temelini attığını ve emin adımlarla ilerlediğini aktardı. Belki de sunumdaki
kilit cümle: “Kendi işiniz yıkıcı bir inovasyonla rahatsız edilmiyorsa (disrupt)
başka bir işi inovasyonla rahatsız edebilecek (disrupt) şeyler ortaya
koymalısınız”
Mars’a Yolculuk
başlıklı video konferansta Dr. Umut
Yıldız NASA’nın Mars çalışmalarından bahsetti. Mars’a robot yollamakla
insan yollamanın çok farklı olduğunu dile getirdi. Yemek, su, pskoloji vs gibi
pek çok etkenin var olduğundan bahsetti. Ayrıca ince atmosferden dolayı Mars’a
iniş konusunun da ayrı bir sorun olduğunu iletti. Dünya’da şans eseri (!)
yaşadığımızdan, her an bir asteroid parçasının Dünyamıza çarpmasının ihtimaller
dahilinde olduğunu söyledi. (Bu kadar
şans eseri (!) yaşadığımız bir dünyaya yerleşme savaşlarımızı bir düşünce notu
olarak bırakalım buraya…)
Anlatılanlar elbette güzel bir deneyim oldu
bizler için. Malumun ilamı olur diye belki ama “The Martian” filminin adı hiç
geçmedi. İzlemeyenler için tavsiye olunur. Sunum bitip ara verilince arkamdan
geçen iki gencin konuşmasını duydum yanlışlıkla: “Çok basic bir dil kullandı,
öyle scientific şeyler falan da yoktu…”
Robotlar çağında biz
sunumunda Ozan Onat mevcutta
kaybolan mesleklerden ve yeni oluşan mesleklerden bahsetti. Ancak önümüzdeki
dönemde oluşacak mesleklerin daha yıkıcı bir etkisinin olacağını vurguladı.
Kaygılanmamız gereken bir takım durumların olduğundan bahsetti. Önümüzdeki 10 yılda iş yapış biçimlerinde ABD’de %50’ye
yakın, Çin’de ise %80’e yakın robotlaşma oranının olacağından bahsetti. Bu da
ülkeler için potansiyel istihdam sorunları ve ekonomik sorunlar
oluşturabilecektir. Örneğin sürücüsüz araçlar yaygınlaştığında sadece taksi
şoförü etkilenmeyecek bu süreçten. O şoförün öğlen yemek yediği restoran, çay
için uğradığı kafe vs de bu süreçten etkilenecektir. Yani bu durum bir
zincirleme etki oluşturacaktır.
Robotlaşma olacak elbet ancak Merak, Sorgu,
Empati, Liderlik, İnsan Yönetimi gibi işlerin ve duyguların robotlar tarafından
gerçekleştirilemeyeceğini dile getirdi. Bu süreç içinde yapılması gereken bir
takım öneri listesi sundu;
- Değişime ayak uydurmalıyız.
- Yaratıcılığı, İnovasyonu, yeni fikirleri, girişimciliği
desteklemeliyiz.
- Kodlama yeni İngilizce’dir.
- Yeni nesillere ezberlemeyi değil merak etmeyi,
deneyimlemeyi aşılamalıyız.
- Yaşam boyu öğrenmeye açık olmalıyız.
Oyunlaştırma
sunumunda Ercan Altuğ Yılmaz oyun
oynamanın tersinin depresyon olduğunu söyleyerek sunumuna başladı. Oyunun
tarihin her evresinde aslında var olan bir olgu olduğunu belirtti. Bu süreçte
aşık atmak, zar atmak, PES atmak gibi evreler ile günümüze geldiğinden
bahsetti. Pazarlama ve şirket yönetiminde bu sürecin devreye alınmasında da
eğlence değil davranış değişikliği hedeflendiğinin ve gerçekleştiğinin altını
çizdi. Hedef problem çözmek. Bu çözüm yolunda da oyun bir araç. Standarda
bağlanmış ödülsü yaklaşımların performansı artırmadığını iletti. Twitter rozet
uygulaması gibi örneklerin kullanıcılarda bir motivasyon oluşturduğu ve statü
sağladığından bahsetti.
Ninja Kaplumbağalar’da Splinter Usta’nın
Michalangelo’yu pizza ile motive ederken Leonardo’yu konuşarak motive
ettiğinden; yani ekipteki herkesin aynı içerik ile motive olmadığının küçük bir
örneği olduğunu aktardı. Yemek Sepeti’nin “Lezzet Muhtarları”nın da benzer
gerekçeler ile ortaya çıkmış ve sürekliliği sağlayan güzel bir yaklaşım
olduğunun altını çizdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder