Sayfalar

18 Haziran 2012 Pazartesi

Yıldız oyuncu maç kazandırır, takım oyunu şampiyonluk getirir*

Bu yazıyı yazarken içini nasıl dolduracağıma dair türlü örnekler geçti aklımdan. Yazının başlığını kocaman harflerle iki sayfaya yayıp, kim nasıl isterse öyle algılasın diye de düşünmedim değil. Lakin bir meramım var; anlatmam lazım…

Bir basketbol takımı düşünün, o kadar başarılı ki üst üste şampiyonluklar alıyor, kendi devrinin efsanesi oluyor. Kendi devrinin efsanesi olması demek, takım adının (markanızın) tarihe altın harflerle yazılması demek. Aynı bugün olduğu gibi, halen NBA liginde mücadelesine devam eden Chicago Bulls gibi. 1990’lı yıllarda bu takım efsane bir kadroya sahipti. Bu kadronun en büyük yıldızı da majesteleriydi; yani Michael Jordan. Başlıktaki söz de kendisine aittir. Lakin bu felsefeden uzaklaştıkça öncelikle yıldızlarınız teker teker yiter (yaşlanır, emekli olur), takımınız (markanız) şampiyonluk yarışından uzaklaşır ve bugün NBA liginde Chicago Bulls’un olduğu gibi orta sıraların takımı haline gelir. Bu kaçınılmazdır. NBA maçlarını iyi kötü takip eden birisi, oynadığı müthiş takım oyunu ve yaptığı takım savunmasının Chicago Bulls’un bu sezonki başarılarında çok önemli bir rol oynadığını inkâr edemez herhalde. Bu söylediklerimi futbolla ilgilenenler yazının sonunda ayrı bir parantez açtığım Barcelona için de rahatlıkla düşünebilirler.
Jordan’ın özlü sözü sadece basketbol, futbol ligi için değil, markalar ligi için de geçerlidir. Mikro çalışmaların toplamı bize büyük resmi; makro verileri sunar. Yani pazar payımızı görebilmemiz için elimizde bir ürünümüz olmalı, o ürünü üreten bir üretim ekibi, satışını yapan bir satış ekibi, entegre iletişimini yapan bir pazarlama ekibinden söz ediyoruz. Bu ekipler koordineli çalışmazsa, ne pazardan, ne üründen ne de pazar payından bahsedebiliriz. Küresel ekonomilerdeki verimlilik felsefesi de bu sava dayanmaktadır. Basit bir örnekle gidelim; bir ayakkabı üretimini ele alalım. Ayakkabı üretiminde çalışan bir işçi önce kalıbını hazırlıyor, sonra kalıba göre modelini dikiyor, bağcık deliklerini açıyor, tabanını yapıştırıyor ve kutuluyor diyelim. Zaman planlaması, verimlilik ve süreçler açısından düşündüğümüzde bir işçinin kalıplamada, bir işçinin delikleri açmada birinin de yapıştırmada uzmanlaştığını bilirsek o zaman kalifiye iş gücünden, verimli üretimden ve cirolardaki artıştan söz edebiliriz. Bunu gelişmiş ekonomilerde, dünya markaları çıkaran ülkelerde çok net görürüz. Üretim sürecinden verdiğimiz bu örnek yönetim sürecinde de aynıdır.

Yönetim süreci için de başka bir örneği ele alalım. Orkestra şefi deyince ne geliyor aklınıza? Elinde bir baton (şefin elindeki değnek), ritmik hareketler yapan birisi. Orkestra şefi olmadan çalan bir gruptan senkronize, coşkulu ve etkili bir müzik çıkmaz. Orkestra şefi, (yani bir yönetici) enstrümanları çalan müzisyenlerden (çalışma ekibinden) gürültü değil, ritmik melodi çıkmasını sağlar. Başka bir deyişle, kurumdaki her departman kendi çalışmasını en iyi şekilde yapar, ortaya çıkan büyük resim de bize o ritmik melodiyi; pazar payımızı, büyüme oranımızı, marka değerimizi ve rekabetteki durumumuzu gösterir.

Örnekler çoğaltılabilir, çoğaltılan örnekler üzerinden daha pek çok yönetim felsefesi yapılabilir ve belki de iç geçirilebilir. Önemli olan bilmek değil, yapmaktır. Bilmeyenlere ya da nasıl bilebilirim diye soranlara Ali Saydam’ın 13 Nisan 2011’de Akşam gazetesinde “Bu filmi tüm liderler ve yöneticiler izlemeli” başlığıyla yazdığı yazıyı okumalarını ve linkini verdiği videoyu izlemelerini şiddetle tavsiye ederim. Okuma fırsatını bulamayacağını düşünenler için de Ali Bey’in yazısından bir parmak bal çalayım:

“Barcelona sadece bir futbol takımı değildir. Bir dünya görüşü, felsefi bir yaklaşımdır... 7 dakika 10 saniyelik filmde, küçük yaşta Barcelona'ya girip, orada uzun yıllar futbol oynadıktan sonra kariyerini Johan Cruyff'ün yardımcısı olarak sürdüren Carles Rexach'ın başarı öyküsü kendi sesinden anlatılıyor...
Charly olarak da anılan futbol adamı, Barcelona'nın altyapısından yetiştirdiği olağanüstü futbolcularla zirvedeki başarıyı sürdürüyor. Bu strateji, meyvesini kısa zamanda vermiş. Çocuk denecek yaşta seçilip yetiştirilen futbolcuların aralarında yakaladıkları dostluk ve anlayış, kulübün inşa ettiği sağlam bağlar ve güven ilişkisi, 'Barca' duygularının onları zaferden zafere taşıması, tesadüf değil...  Takımın yarısını oluşturan dünya çapındaki futbolcuları büyük paraları bastırıp oradan buradan 'devşirmeyen' Barca; onları La Masia adını verdikleri tesislerde Charly'nin yönetiminde futbol sahnesine hazırlamış. Liste çok kabarık: Guardiola, Puyol, Xavi, Iniesta, Valdes, Pique, Bojan, Pedro, Busquets... Aralarına 12 yaşındayken katılan cılız çocuğu önce yardımcıların gözü tutmamış. Ancak Charly 'Onu gördüğümde iki saniye içinde ne tür bir kabiliyet olduğunu anladım ve kendisi ve babasıyla kâğıt peçeteye karalayarak o tarihi anlaşmayı imzaladım...'  diyor. O cılız çocuğun adını bugün bütün dünya ezbere biliyor: Lionel Andres Messi. Bugün dünyanın en pahalı, en ahlaklı, en başarılı futbolcusu olarak kabul edilen Messi...”

Küçük bir not: Ali Bey bu yazıyı yazdığında film orijinal dili ve İngilizce alt yazı ile hazırlanmıştı. Daha sonra reklam ajansı filmin Türkçe dublajlı versiyonunu da hazırlamış. Aşağıdaki linkten ya da Youtube arama çubuğuna “Carles Rexach Turkish Dub” yazıp ilk gelen videoya tıklayarak da bu güzel belgesele ulaşabilirsiniz.
http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=gSWEopju7qk

* Bu yazı 1 Nisan 2011'de İkbal Keyfi dergisinde yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder