Bu durum markalar açısından düşünülmesi gereken bir şey.
Benim de posta kutuma Ramazan’da- kandilde “dini kanallar paketi” nevinde bazı
medya satınalma ajanslarından postalar düşüyor. Kandillerin arası uzun olduğu
için orada para harcayan markaları hatırlamakta zorlansak da 30 gün boyunca
iftar ve sahur sofralarında televizyon başında oturmanın yavaş yavaş bir
gelenek haline geldiği toplumumuzda, bu sürekli iletişim meyvelerini vermeye
başlıyor. Mesela genellikle çikolata reklamlarında kullanılan romantik çikolata
ısırığının Ömer Usta’mızın ikramıyla çiğ köfte yiyen hanım ablamızda görmek olaya
farklı bir bakış açısı getiriyor! (Buradan çikolata reklamlarını tasvip ettiğim
anlaşılmasın, aksine gereksiz bir duygu yüklemesi yapıldığı kanısındayım)
Mart ayında bir gazete ilanı görmüştüm. Şöyle diyordu ilan: “Türkiye’nin
en köklü bisküvi markalarından Oylum gücüne güç katmak için halka açılıyor”
İlanın fotoğrafını da çekmiştim o zaman. Kimdir bu Oylum? Madem köklü, sanayi
kuruluşu da değil, bisküvi. Neden şimdiye kadar duymadım? Her zaman savunduğum
bir noktayı, beni tanıyanlar bilirler; az da olsa sürekli iletişim. Şimdi
gelelim Oylum’a. Halka neden açıldı; daha çok para kazanmak için. Halka arz
için neden reklam yaptı; (iletişim demiyorum dikkatinizi çekerim) talep
oluşturup hisseleri daha iyi bir açılış fiyatından satabilmek için. Şimdi ne
oldu bilmiyorum. Çok da merak ettiğim söylenemez. Benim baktığım taraf marka ve
markanın kalıcılığı.
Ramazan demiştik değil mi. Ramazan iletişimi de bu örnek
gibi aslında. Bu yılki reklam kampanyalarıyla tüketici iletişimine başlayan
markalara bakalım.
Elmacık Su, Olca Salça, Kenton, Billur Tuz, Turkuaz Seramik,
Beşler Group, Koska, Ülfet, Kızılcahamam Maden Suyu ve Adıyaman Çiğ Köftecisi Ömer Aybak.
Hepsinin yolları açık olsun. Her markanın kendine göre iş hedefleri olabilir.
Bundan dolayı bu reklamlar pek fayda getirmez demek olmaz. (İletişimsel açıdan
olmaz, orası ayrı ama, ticari açıdan olabilir.) Eğer marka kısa dönemli bir
satış artışı hedefliyorsa ona diyecek lafımız yok. Başka bir ihtimal de bu
uygulamalar iletişim çalışmalarının başlangıcıysa ve ileriki süreçlerde devamı
gelecekse de diyecek lafım olmaz. Lakin yıllardır gördüğümüz, Ramazan ayında reklama
para harcayan markaların “Ramazan Markaları” olarak kaldığı şeklinde. Mesela hatırladığım
kadarıyla Orkide markası böyle bir çalışma yapmıştı yıllar önce. Hep Ramazan
ayında reklamını ve müziğini duymaya alıştığım marka başka bir ayda karşıma
çıkarsa bana yine Ramazan’ı hatırlatıyordu. Günlük tüketime uygun bir markayı
değil, Ramazan ayında tüketilen bir marka algısı. (Asıl sebep; Ramazan için
ayrı bir prodüksiyon yaptırmayıp aynı işitsel ve görsel malzemenin her daim
kullanıyor olması. Güncellemek gerekir.)
Bu grup içinde 2 markayı ayrı değerlendirmek istiyorum. İlki
bir klasik olarak Billur Tuz. Ürün ambalajlarında kullanılan “akar, akar, akar…”
ne demek belki şimdiki kuşaklar bilmez. Ama Billur Tuz’un da aynı Ülker ve Eti
gibi klasikleşmiş bir müziği (jingle) vardı. İletişime erken başlayanlardan, çağı
yakalayanlardan diye düşünüyorum. Kaldığı yerden devam ediyor. Diğer marka da
Kenton. Sultanlar Grup bünyesinde puding, içecek tozları, yardımcı malzemeler üreten bir marka. "Cam Sil" gibi bir jenerik markaya sahip
olan Sultanlar Grup, sahip olduğu markalar için verimli bir iletişim planı
çizebilirse önü çok daha açık gözüküyor.
Sözün özü, yatırımlar makine gibi markaya da yapılır.
Reklamın iyisi kötüsü olur mu olmaz mı bilinmez ama iletişim ve itibar
yönetilebilir bir şeydir, iyisi ve kötüsü olur.
Hayırlı Ramazanlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder